Görünüş ile Gerçek Arasında: Güya Ne Demek?
Bir filozof için kelimeler yalnızca iletişim araçları değil, düşüncenin taşıyıcılarıdır. Her kelime, bir varlık biçimini, bir düşünme tarzını ve bir hakikat iddiasını gizler. Türkçede sıkça kullanılan ama üzerinde az düşünülen kelimelerden biri de “güya”dır. Gündelik dilde “sözde”, “öyleymiş gibi” anlamında kullanırız. Ancak felsefi olarak bu kelime, görünüş ile gerçeklik arasındaki gerilimin dildeki yankısıdır.
Bu yazıda, “güya” kelimesinin anlamını etik, epistemoloji ve ontoloji perspektiflerinden ele alarak sorgulayacağız.
Güya: Görünüşün Felsefesi
Güya kelimesi, gerçeğin bir temsilini değil, onun bir taklidini anlatır. “Güya dost”, “güya adalet”, “güya özgürlük” dediğimizde, aslında o kavramların yalnızca dış görünüşte var olduğunu ima ederiz. Bu noktada güya, hakikatin karikatürüdür.
Platon’un mağara alegorisini hatırlayalım: İnsanlar gölgeleri gerçek sanır, çünkü asıl ışığı hiç görmemişlerdir. İşte “güya” bu gölgelerin dildeki izdüşümüdür. Bir toplum “güya adaletli”, “güya demokratik” ya da “güya özgür” olduğunu söylediğinde, aslında hakikatin gölgesiyle yetindiğini itiraf eder.
Burada felsefi soru şudur: Bir şeyin “güya” olması, onun hiç var olmadığı anlamına mı gelir, yoksa varlığın bozulmuş bir biçimi midir?
Epistemoloji Açısından Güya: Bilginin Gölgeleri
Bilgi felsefesi, yani epistemoloji açısından “güya”, yanlış bilginin değil, eksik bilginin ifadesidir. Çünkü “güya” olan şey, tam bir yalan değildir; içinde az da olsa bir doğruluk barındırır. Fakat bu doğruluk, bozulmuş bir bilgi biçimine dönüşmüştür.
Modern çağın en büyük epistemik krizi de burada yatar: Gerçek bilgi, “güya bilgi”ye dönüşmüştür. Sosyal medyada paylaşılan “güya haberler”, bilimsel temelden yoksun “güya analizler” ve kendi inançlarını mutlak doğru sayan “güya düşünürler”…
Bu çağda bilgi, hakikatin yerini değil, görünüşünü işgal etmiştir.
Peki, biz gerçekten bilmek mi istiyoruz, yoksa yalnızca bildiğimizi sanmak mı istiyoruz?
Belki de “güya bilgi”, konforlu bir yanılsamadır — bizi sorumluluktan kurtarır, çünkü bilmediğimizin farkında olmayız.
Epistemolojik olarak “güya”, bilginin yüzeyde kalmasını temsil eder. Derinliğe inmeyen, sorgulanmayan, sınanmayan bilgi türü…
Bir filozofun görevi ise “güya bilmek”ten “gerçekten anlamak”a geçişi mümkün kılmaktır.
Etik Perspektiften Güya: İyi’nin Maskesi
Etik açıdan “güya”, bir tür ahlaki ikiyüzlülüğü anlatır. “Güya yardımsever”, “güya dürüst”, “güya merhametli” kişi, aslında eylemini görünüşe indirgemiştir.
Bu durumda ahlak, içsel bir değer olmaktan çıkar; toplumsal onay için sergilenen bir gösteriye dönüşür.
Aristoteles’in “erdem” kavramı tam da bunun tersidir. Erdem, doğru olanı görünmek için değil, iyi olduğu için yapmaktır.
Fakat modern dünyada erdem, sık sık bir performans halini almıştır: sosyal medya kampanyaları, bağış gösterileri, görünür iyi niyetler…
Tüm bunlar, “güya erdem” üretimidir.
Burada şu soruyu sormak gerekir: Bir davranışın iyiliği, niyetinde mi yoksa görünüşünde mi yatar?
Belki de etik, “güya iyi” olanla “gerçekten iyi” olan arasındaki çizgiyi fark etmekle başlar.
Ontoloji Açısından Güya: Varlığın Görünmezliği
Ontoloji, yani varlık felsefesi açısından “güya”, varlık ile yokluk arasındaki gri alanda durur. “Güya var” dediğimiz şey, ne tamamen var, ne de tamamen yoktur.
Bir devletin “güya var olan adaleti”, bir ilişkideki “güya sevgi” ya da bir kurumun “güya liyakat sistemi” — hepsi varlıkla yokluk arasındaki bu ontolojik boşlukta salınır.
Heidegger’in ifadesiyle, modern insan “var olanı unutan” bir varlıktır. Bu unutma hali, “güya”yı mümkün kılar. Çünkü artık şeylerin kendisine değil, onların imgelerine inanırız. “Güya” bu unutmanın sonucudur; görünüşe inanmanın dili.
O halde şu soruyu düşünelim: Bir şeyin var olması için onu gerçekten deneyimlemek mi gerekir, yoksa inanmak yeterli midir?
Ontolojik olarak “güya”, inanç ile gerçek arasındaki kopuşun ifadesidir.
Sonuç: Güya Hakikat ve Gerçek Düşünme
“Güya ne demek?” sorusu, basit bir dil sorusu değildir; varlık, bilgi ve ahlakın sınırlarını sorgulayan bir düşünme biçimidir.
Güya, görünüşün hakikatle yer değiştirdiği her anda ortaya çıkar. Bu yüzden felsefi olarak “güya”, çağımızın kelimesidir.
Gerçek düşünme, “güya düşünme”yi fark etmekle başlar.
O halde kendimize şu soruları bırakalım:
– Benim inandıklarım gerçekten mi, yoksa yalnızca “güya” mı?
– Yaptıklarım iyi olduğu için mi, yoksa iyi görünmek için mi?
– Bildiklerim hakikat mi, yoksa yalnızca bilgi sanrısı mı?
Felsefe, bu soruların cevabını değil, sorulma cesaretini öğretir.
Ve belki de hakikate en çok yaklaştığımız an, “güya” olanla yüzleştiğimiz andır.
Anlamı: “Gûya” kelimesi, bir şeyin görünüşte öyle olduğunu ancak aslında öyle olmadığını belirtir . Sözde, meğer, öyle sanılır anlamında kullanılır. (Fars. guften “söylemek”ten gūyā – gūyān) Söyleyen, söyleyici : Kalem kim şevk-i evsâfiyle bülbül gibi gûyâdır (Fıtnat Hanım).
Şeyda! Sevgili dostum, sunduğunuz öneriler yazının ana temasını vurguladı ve okuyucuya mesajın daha net aktarılmasına yardımcı oldu.
Bazı kelimeler Türkçede yazılışlarıyla sıkça karıştırılmaktadır. “Güya” kelimesi de bu kelimelerden birisidir. Peki, doğru yazılışı nedir? Türk Dil Kurumu (TDK) kılavuzuna göre yanlış kullanımı “Göya” olan kelimenin doğru kullanımı “Güya” olmaktadır . 6 Eki 2023 Güya Doğru Yazımı Nedir – TDK’ya Göre Nasıl Yazılır? REDU EDUCATION blog guya-dogru-yazimi-nedir-t… REDU EDUCATION blog guya-dogru-yazimi-nedir-t… Bazı kelimeler Türkçede yazılışlarıyla sıkça karıştırılmaktadır.
İlayda!
Yorumlarınız için teşekkür ederim, yazıya güzel bir derinlik kattınız.
Osmanlı Türkçesinde “Aşkım” denmez. Onun yerine “Saadet-i Seniyyem” derlermiş.Anlamı ise “ Çok mühim,kıymetli,âli olan ” demektir. 17 Kas 2022 Osmanlı Türkçesinde “Aşkım” denmez.Onun yerine “Saadet-i … Osmanlı Türkçesinde “Aşkım” denmez. Onun yerine “Saadet-i Seniyyem” derlermiş.Anlamı ise “ Çok mühim,kıymetli,âli olan ” demektir.
Şimşek! Katkılarınız sayesinde makale daha güçlü bir anlatım kazandı ve ikna ediciliğini artırdı.
Farsça kökenli bir sözcük olan güya , 15. yüzyılda literatüre girdi. Bu kelime bazı yörelerde ”Göya” şeklinde yazılıp telaffuz edilse de kelimenin doğru yazımı ”güya” şeklindedir. Hititler’in koruyucu tanrıları ”Kal” ismi ile anılır. Koçkıri’de Hızır’ın ismi ”Xızır ê Kal” dır. ”Kal” Kürtçe’de yaşlı anlamına gelir.
Ozan! Sevgili dostum, sunduğunuz öneriler yazının ana temasını vurguladı ve okuyucuya mesajın daha net aktarılmasına yardımcı oldu.