Alacakaranlık Efsanesi 1 Hangisi?
Alacakaranlık Efsanesi… Ah, Alacakaranlık. Eğer 2000’li yılların başlarında gençseniz, bu serinin adını duyduğunuzda ya romantik bir baş ağrısı hissedersiniz ya da yüzünüzde hafif bir gülümseme belirir. Birçokları için bu, bir fenomen, bir tutku… Diğerleri içinse sadece “Vampirler mi? Yine mi?” dedirtecek kadar aşina bir tema. Peki, Alacakaranlık Efsanesi 1 hangisi? Hepinizin bildiği gibi, bu sorunun cevabı Alacakaranlık (Twilight) filmidir. Ama gelin, bu film hakkında biraz cesurca konuşalım.
Evet, bu filmden bahsediyorum. O vampir-romantik-dramatik-yalancı-biraz-da-masum hikayeden. Vampirlerin aşkı ve insanlar arasında yaşadıkları dram… Tabii bir de bazı gereksiz abartılar var. O yüzden bu yazıda filmle ilgili biraz derinleşeceğiz: Neyi seviyorum, neyi sevmiyorum? Alacakaranlık Efsanesi’ni anlamak için belki de önce kendimize şu soruyu sormamız gerek: Bu film, gerçekten izlenmeye değer mi?
Alacakaranlık Efsanesi 1 – Güçlü Yönler
Başlayalım en azından biraz iyi olan yanlarıyla. Kim bilir, belki de hala bu seriyi izlemeyen birileri vardır ve bir ışık yakalamaları gerekebilir.
1. Romantizm ve Kimya
Her şeyden önce, Edward Cullen (Robert Pattinson) ile Bella Swan (Kristen Stewart) arasındaki kimya… Eğer sadece romantizm arıyorsanız, bir şekilde bu filmde bir şeyler buluyorsunuz. Bella’nın Edward’a olan büyük aşkı, izleyiciye -belki de fazlasıyla- yoğun bir duygusal etki bırakıyor. Herkes bir zamanlar “Edward ile Bella” gibi, baştan çıkarmayan ama bir yanda takıntılı bir ilişki hayal etmiştir, değil mi? Bunu yadırgamıyorum. İlk gençlik aşkı işte böyle olur; bir tür karmaşık, uçuk ve kırılgan. Filmi izlerken insan, “Evet, bu hisleri hatırlıyorum, bunu yaşadım,” diyor. Hadi, bu kısmı kabul edelim: Filmin verdiği o duygusal çalkalanma aslında başarılı.
2. Vampir Teması
Vampir teması her zaman ilgi çekici olmuştur. Ama Alacakaranlık, vampirleri klasik canavarlardan çıkarıp, onları romantik kahramanlar haline getirdi. Tamam, bunu övgüyle karışık bir eleştiri olarak kabul edebiliriz çünkü biraz daha alışılmış olan, “kan içen, karanlıkta kaybolan, soğuk ve katil vampirler” konusuna yenilik getirdi. Artık, vampirler aşkı savunuyor, insanları koruyor, asla kimseyi öldürmüyor (tabii biraz ama olsun). Evet, bu yeni bir bakış açısı ve aslında çoğu kişi için ilginçti. Yani, klişeler ve döngüler içinde bazen yeni bir şey görmek hoş olabilir.
3. Gençlik Duyguları
Filmin bir diğer olumlu yönü de, gençlik yıllarındaki duygusal bocalamaları oldukça iyi yansıtması. Bella, kimlik arayışı, içsel çatışmalar ve yaşadığı duygusal çalkantılarla belki de birçok genç izleyicinin kendini bulduğu bir karakter haline geliyor. Eğer gençseniz ve filmin duygusal evrimlerine yakınsanız, Bella’nın yapmaya çalıştığı her şeyin anlamı farklı olabiliyor.
Alacakaranlık Efsanesi 1 – Zayıf Yönler
Şimdi gelelim, bu filme gerçekten büyük bir gözle bakmamıza neden olan o zayıf yönlere… Yani, gerçekten biraz da ses çıkaralım, çünkü Alacakaranlık Efsanesi 1’in hatalı yanları saymakla bitmez.
1. Aşkın Abartılı Gösterimi
Bunu yazarken, içimde “Hayır, seni seviyorum Edward” diye bağırmak isteyen bir Bella sesi yükseliyor. Ama cidden, Edward Cullen’a olan aşkı izlerken, bazen ciddi ciddi “Evet, bir insan vampirle aşık olabilir, tamam ama bu kadar da abartılmasın” diyorsunuz. Bella’nın Edward’a olan takıntılı aşkı o kadar ileri gidiyor ki, bazen “Bu işin bir sınırı yok mu?” diye düşünüyorsunuz. Edward’a duyduğu ilgi, yer yer bir saplantıya dönüşüyor ve bir noktada bu aşkın ne kadar sağlıksız olduğu görmezden geliniyor. Yani izlerken bir yerden sonra “Gerçekten buna mı bu kadar yatırım yaptık?” diyor insan.
2. Karakterler Arası Derinlik Eksikliği
Bella ve Edward dışında, filme dair çok fazla karakter derinliği yok. Hani “Ya biraz da diğer karakterler ne düşünüyor, kimdir, neler yapıyor?” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Bu filmde o kadar az yan karakter var ki, bazen “Hani şu ana karakter dışında birini daha görmek istesek” diye hayal kuruyorsunuz. Jacob’ı saymasak, diğer karakterlerin neredeyse hepsi “Yanlış yerlerde duruyor” hissiyatı uyandırıyor.
3. Duygusal Bomboşluk ve Sıkıcılık
Birçok eleştirmenin de belirttiği gibi, bazen film çok durgun ve duygusal açıdan yavan hale gelebiliyor. Sonuçta, Bella ile Edward arasındaki her bakış, her gülüş biraz fazla uzatılıyor ve film, yavaş ilerleyen bir aşk hikâyesine dönüşüyor. Yani izlerken, “Bir şeyler olsun artık!” dediğinizde, filmin ne kadar sıkıcı olduğunu fark ediyorsunuz. Kısacası, tempoyu kaybediyor ve bazı izleyiciler için bu tam bir sabır testi haline gelebiliyor.
Düşünmeye Teşvik Edici Sorular
Alacakaranlık Efsanesi gerçekten sevilen bir fenomen mi, yoksa sadece gençlerin duygusal boşluklarını dolduran bir hikaye mi? Yani gerçekten bu kadar abartılacak bir şey var mı? Vampirler romantikleştirildiği için, her birimiz buna mı bağlandık? Yüksek tempolu aksiyon ya da derin karakter analizleri yerine, “Ölümsüz aşk” basitliğiyle izleyiciyi etkilemek mümkün mü?
Hadi şimdi bir soru daha: Eğer Alacakaranlık’ı ilk defa izlediyseniz, gerçekten bunun hakkında düşündüğünüz kadar derinlemesine düşündünüz mü, yoksa sadece “Aman işte bir vampir filmi, izleyelim de zaman geçsin” dediniz mi?
Sonuç Olarak
Alacakaranlık Efsanesi 1… Tam bir hayal kırıklığı mı, yoksa gençlik yıllarına dair duygusal bir hazine mi? Herkesin deneyimi farklı, ama kesin olan bir şey var: Film, aşırı abartılan yanları ve bazı zayıf noktalarıyla hala izlenebilir. Ama şu soruyu sormadan geçemiyorum: Eğer başka bir vampir hikayesi olsaydı, aynı ilgiyi görür müydü?